Önceki gün gazetenin önünde genç bir delikanlı yolumu kesti.
Çantasından bir Taraf gazetesi çıkardı.
– Düzelecek mi gerçekten her şey?, dedi.
– Düzelecek, merak etme, dedim.
– Sizin çektiklerinizi biz çekmeyeceğiz, değil mi? Bizim kuşak daha rahat yaşayabilecek mi?
– Yaşayabilecek.
Buna, tüm kalbimle inanıyorum.
Bu ülkenin gençleri, bizim yaşadığımız saçmalıklarla uğraşmak zorunda kalmadan, hatta yaşanmış olanların gerçekliğine inanmakta zorlanarak yaşayacaklar.
Bambaşka bir çağın, bambaşka gerçeklerin, bambaşka ilişkilerin olduğu bir dünyada sürdürecekler hayatlarını.
Cumhuriyet’in seksen yılı da kötü geçti aslında.
1950’ye kadar tam anlamıyla diktatörlüktü zaten.
******’ün, ardından da İsmet Paşa’nın iki dudağının arasındaydı insanların hayatları.
Daha sonrası ise “çok partili” gözüken bir devlet sultasıyla geçti.
Ordu, “çok partililiğin” görüntüsüne bile tahammül edemediğinden defalarca darbe yaptı.
Kendini de, halkını da utandırdı.
Türkiye’yi, “dünyanın alay edilen ülkeleri” arasına kattılar bu darbelerle.
Son otuz yıl ise korkunçtu.
Önce, 12 Eylül’ün “hazırlığı” olan vahşi sokak çatışmalarından geçtik.
Günde on beş yirmi genç insan vuruluyordu.
Kürt savaşı başladıktan sonra da her şey çığırından çıktı.
İki yüz bin “güvenlik görevlisinin” bulunduğu Güneydoğu, uyuşturucu kaçakçılığının merkezi haline getirildi.
MHP’nin eski başkan yardımcılarından biri Neşe Düzel’e, “uyuşturucu kaçakçılığının resmî eskortlarla yapıldığını” açıkladı.
Ordunun içinde JİTEM denilen vahşi bir örgüt kuruldu.
İnsanları alıp alıp öldürdüler.
İşkencelerden geçirdiler.
Köyleri, evleri, ahırları yaktılar.
Kürt sorununu içinden çıkılamaz bir belaya çevirdiler.
Kürtlerin varlığını reddettiler, çocuklarına Kürtçe isim koymalarını, Kürtçe şarkı söylemelerini yasakladılar.
Bu bir şaka değil, bu ülkede Kürtçe şarkı söylemek yasaktı.
Ahmet Kaya, “Kürtçe şarkı söyleyeceğim” dediği için genç yaşta sürgünde ölmek zorunda kaldı.
Yüzlerce milyar dolar harcandı savaşa.
Kırk binden fazla insan öldü.
Ülke kalkınamadı, gelişemedi.
Yargı, güvenilirliğini kaybetti.
Bütün bunları yaşadık burada.
Şimdi bir dönüm noktasındayız.
“Kanlı saçmalıklar” çağı kapanıyor.
Önce Kürt sorununa bir çözüm bulunacak.
İçişleri Bakanı, bir iki güne kadar “yapacakları açılımları” açıklayacağını söyledi.
Ağustosun 15’inde de Apo kendi “yol haritasını” açıklayacak.
Şikâyetler, homurdanmalar, yakınmalar olacak ama barışa doğru sağlam bir adım atılacak.
Türkiye, bu sorunu çözecek.
Bu sorunu çözmek, birçok sorunu da çözmek anlamına geliyor aslında.
Kürt sorununun çözümü, normalleşmeye doğru da atılmış çok büyük bir adım olacak.
Türbanlı kızlara yapılan eziyetler bitecek.
O ucube 12 Eylül Anayasası değişecek.
“Demagoji yarışı” sanılan siyaset, proje yarışı haline gelecek.
En önemlisi, Türkiye “dünyanın saygıdeğer ülkeleri” arasına girebilecek.
Kendimize güvenimiz arttıkça tabularımız, yalanlarımız azalacak.
Tarihle yüzleşmekten korkmayacağız.
Sadece Türkiye’nin sahibi olmakla övünmeyeceğiz, altı milyar insanın bir parçası olarak “dünyanın” da sahiplerinden biri olduğumuzu kavrayacağız.
Üniversitelerimizi kışla görüntüsünden çıkartacağız.
Dünyayla aynı düzeye getirmek için çaba harcayacağız.
Bu ülkede de her çocuğun bir odası olacak.
Bütün bu olumlu gelişmelerin yolunu tıkayan kaya kımıldadı çünkü.
Halkın önünü kapatan “devlet” şimdi geriye, gerçek yerine doğru itiliyor toplum tarafından.
Bundan sonra “cinayet işlemeyi” düşünen her devlet görevlisi, kelepçeleri ve hapishaneyi de düşünmek zorunda kalacak.
Halkın iradesine karşı çıkmanın “tehlikeli” olduğunu bilecekler.
Bir dönemin sonuna yaklaşıyoruz.
Çocuklarımız ve gençlerimiz için çok ümitliyim.
Bizim yaşadıklarımızı onlar yaşamayacak.
Onlar “saçmalıkların” saçma olduğunu bilecek.
Buna inanıyorum ve şu yaşadığımız anlamsız hayata bir “anlam” katıyor buna inanmak.