“IMF’ye hayır” diyerek, üretimi, birikimi, istihdamı desteklemek istiyorsak, sermaye giriş-çıkışlarını ve döviz işlemlerini denetlemek gerekecek. Bunlar yapılırsa, hem faizleri indirmek, hem de reel döviz kurunu hedeflemek (dövizin yapay olarak ucuzlamasını önlemek) mümkün olur.
Yeni yıl başlarken geçmiş yılın panoramasını yapmak âdettendir. Ben de bugün 2008‘in basit bir ekonomik panoramasını on soru etrafında yapmak istedim.
1- Kriz neden patlak verdi?
Emperyalist sistemin patronu olması sayesinde Amerika‘ya dış dünyadan aktarılan kaynaklar sürdürülemez boyutlara tırmandı. Üretken sektörlerde düşen kâr hadlerinin yarattığı güçlükler bu sayede ertelendi; ancak, finansal kesimin aşırı şişkinleşmesi ve her alanda abartılı bir borç ekonomisinin yaratılması ile... İçten veya dıştan kaynaklanacak bir "hizaya getirme" operasyonu kaçınılmaz görünüyordu. Sonunda "içten" patlak veren finansal kriz, adım adım bunalıma dönüştü; önce Avrupa‘ya, Japonya‘ya, sonra da çevre ekonomilerine yayıldı.
2- Egemen çevreler, burjuvazinin kalemşörleri niçin bu kadar tedirgin?
İnsanlığı refaha kavuşturacak yollar olarak pazarlanan "serbest piyasa" ve "küreselleşme" söylemlerinin birer safsatadan ibaret olduğu herkesçe algılandı. Kriz ilerledikçe çağdaş kapitalizmin egemen sınıflarının ve devletinin hastalıklı anatomisi ortaya çıktı. Pervasız bir açgözlülüğün, ahlâk-dışı, sınırsız kazanç hırsının Batı kapitalizmini tamamen kuşattığı; bu yozlaşmaların, burjuvazinin olağan hayat biçimi haline gelmiş olduğu açığa çıktı. İçinde yaşadığımız dünya, hâlâ "tahammül edilir" bir halde ise, bunun Batı toplumlarına damgalarını vurmuş olan demokratik ve sosyalist devrimlerin mirasları ve kazanımları sayesinde mümkün olduğunu kavrayanlar giderek arttı. Bu özelliklerin tarihe karıştığı günümüzde, kapitalizmin meşruiyetinin de son bulması kaçınılmaz hale geldi. Tedirginlik bu nedenlerden geliyor.
3- "Ayrışma" tezleri; "bize dokunmaz" beklentilerinden ne haber?
"Ayrışma tezi" şuydu: Metropol ekonomileri "inişe", çevre ekonomileri, başta Çin, iç talebi pompalayarak "çıkışa" geçecekler; böylece dünya ekonomisinin daralması frenlenecek; Çin ve benzer ekonomilerin dış fazlaları, ABD‘nin de dış açığı düşecek; "küresel dengesizlikler" de hafiflemiş olacak... Bu beklenti, finansal krizin Batı ekonomileriyle sınırlı göründüğü bir yıl boyunca canlı kaldı. Kriz derinleşince, finans kapital, Eylül‘den itibaren, çevre ekonomilerinden çıkmaya başladı. Kriz böylece yaygınlaştı.
4- Çevredeki her ekonomi aynı biçimde, aynı boyutlarda mı etkilenmektedir?
Krize hangi konumda yakalandığınıza bağlı... Krizle dış fazla/dış denge koşullarında karşılaşıyorsanız, iç talebi genişleterek dıştan gelen şokları hafifletmeye kalkışabilirsiniz. IMF ve G7‘ler bu tür bir savunma tepkisini teşvik ediyor. Buna karşılık, kriz ortamına yüksek cari açık/dış borç ikilisiyle, yani kırılgan konumda yakalanan çevre ekonomilerinde genişleyici makro-politikalar izlenmesi istenmez. Bu ülkelerin alacaklısı olan finans kapital, dış borç servis yüküne bir de talep pompalamasından kaynaklanan cari açıkların eklenmesini istemez.
5- Kimilerine "genişleyin"; başkalarına da "malî disiplin" diyen IMF tutarsız mıdır?
"Rahat" koşullardaki çevre ekonomileri zaten IMF‘ye gitmiyor. IMF‘nin kapısını aşındırmaya başlayan ülkeler, kırılgan konumda krizle cebelleşen ülkelerdir. Bunlara da geleneksel IMF reçetesi, yani "daraltıcı makro politikalar" sunuluyor.
6- Türkiye hangi gruba giriyor?
Cari açığı 40 milyar dolara, dış borcu 250 milyar dolara yaklaşan özellikleriyle Türkiye, Doğu ve Orta Avrupa ekonomileri, Meksika, Güney Afrika ile birlikte 2008 krizine kırılgan konumda yakalanan ülkelerden biridir.
7- IMF reçetesi ne getirir, ne götürür?
Dış kaynak girişleri durduğu; dış talep de daraldığı için Türkiye 2008 sonunda ekonomik krize girmiştir. IMF reçetesi, iç talebi daha da kısacağı için kriz derinleşecektir. IMF parası, bu derde çare değildir; olsa olsa, krizin bankacılık sistemine bulaşmasını frenleyebilir. Bu da, bankaların selâmeti için üretimin, sermaye birikiminin, istihdamın, kurban edilmesi anlamına gelir.
8- IMF‘ye gitmeden "bildiğini okumak" mümkün değil mi?
Seçim öncelikleri öne çıkar ve diğer politika öğeleri değişmeden iç talep pompalanırsa, 2009‘da dış borç servisinin ve artan cari açığın finansman gereksinimleri döviz kurlarını hızla tırmandırır. Döviz borçlusu pek çok şirket iflâsa; alacaklı bankalar sarsıntıya sürüklenir.
9- O halde IMF‘ye mahkûm muyuz?
"IMF‘ye hayır" diyerek, üretimi, birikimi, istihdamı desteklemek istiyorsak, sermaye giriş-çıkışlarını ve döviz işlemlerini denetlemek gerekecek. Bunlar yapılırsa, hem faizleri indirmek, hem de reel döviz kurunu hedeflemek (dövizin yapay olarak ucuzlamasını önlemek) mümkün olur. Dış borç servisi için döviz tahsisi de, gerekirse, kısıtlanabilir.
10- Bu seçenek, uluslararası finans çevrelerine çok aykırı gelmez mi?
Çıkarları gerektirdiğinde, geçmişte savundukları tüm ilkeleri çiğneyenler onlardır. "Aykırılık" şantajını kullanmaya hakları yoktur.