Sevinmeye hakkı olanlar
Barış elçileri sınırdan girerken, Kürt halkı ayakta ve coşku içindeydi. Sadece Silopi'de değil, İstanbul'da Taksim'de de. İstiklal Caddesi en coşkulu yürüyüşlerden birinse tanıklık etti o gün. Kürt illerinde yüz binlerce insan barış elçilerini karşıladı.
Sonra bir merkezden ve yine o aynı merkezden eleştiriler yükselmeye başladı. 'Şov yapmayın' dendi, 'abartılı adımlara izin vermeyiz' dendi.
Ortalama bilince seslenen köşe yazarları, aynı zamanda Kürt halkının sevinme hakkı olmadığı fikrini yaygınlaştıran propagandanın da merkezi elemanları. Hürriyet Gazetesi'nden Ertuğrul Özkök, bu merkezin en tepesinde. Her seferinde yaptığı gibi, ortalama bilinci örgütlemeye çalışıyor. Türk milliyetçiliğine zeval gelmesin diye çabalıyor. Kırılgan bir kalbi olduğu için de şerefli ordusunun Kürt hareketine karşı verdiği mücadeleyi överek şunları söylüyor: 'Bu çözüm, Türkiye'de sayısı Kürtlerinkinden de çok az bir grubun 'Söke söke aldığı' haklar değil, sayısı çok daha fazla olan Türklerin 'Seve seve verdiği' haklar olarak algılanmalıdır.' (Hürriyet, 23 Ekim 2009)
Kuşkusuz öyle! Bu ne sevgi ah! Evlatlarını, barış elçilerini karşılamak isteyen yüz binlerce insana tehdit yağdıran, çocuk azarlar gibi, ' Bir daha yaparsanız çözüm başka bahara kalır' diyen, çatışma, silah ve öldürme kozunu hemen, bir saniye bile unutmadan masaya yatıran, özetle, 'seni o kadar seviyorum ki içimden dövmek geliyor' çığlığıyla dolu bir hazımsızlık. Özkök, şiddet dolu sevgisini anlatırken, bir vurgunun daha altını çizmeyi ihmal etmiyor: 'Bizimkilerin sayısı sizden fazla, Türkler Kürtlerden fazla.'
Eee!
Ne olmuş oluyor bu durumda?
Azınlıksınız, azınlık olduğunuzu unutmayın diyor, aba altından sopa gösteriyor. Biz daha kalabalığız diyor, dövdük, yine döveriz diyor.
Özkök gibi sevgi dolu insanlar hiç ama hiç kimsenin, Kürt halkını barış elçilerini coşkuyla karşılamaktan vaz geçiremeyeceğini kavrayamıyor. Neredeyse iki şehir arasında konvoy oluşmasının tek bir nedeni var: Barışa susamışlık! Barış elçilerinin onurlu bir biçimde gelişleri ve tutuklanmamalarının 'galiba oluyor, bu barış süreci ciddi galiba' duygusunu güçlendirmesi.
Ama sadece bu duygu değil. Tepeden politika yapanların, gazete binalarının küflü ve süslü odalarında burnu büyük politika üretme merkezi gibi davrananların, sadece seçim zamanlarında oy istemek için kitlesel mitinglerin gerekli ve yeterli olduğunu düşünenlerin, parlamentonun kulislerinde politika yapanların, politikayı öğretim üyelerinin, aydınların, 'okumuş-yazmışların' ve politika uzmanlarının yapabileceği yargısına sahip burjuva anlayışının tersine, Kürt halkı, politikayı yapanın aşağıdan kitle hareketi olduğunu çok iyi biliyor. Bu yüzden, sorunun en temelde muhatabının kim olduğunu göstermek için sokaklara döküldü. Sürecin bir mahkeme salonunda bir iki savcının ve mahkeme heyetinin iki dudağından çıkacak kararla akamete uğramasını engellemek, bugünlerde 'Böyle yapmaya devam ederseniz sil baştan yaparız' diyen Tayyip Erdoğan'a, 'Ters bir adım atarsanız, barış elçilerinin arkasında kimin olduğunu unutmayın' demek için sokaklardaydılar.
Kürt halkı o gün en saf haliyle politika yaptı. Özkök gibileri, korkutan da bu oldu: Barış sürecinde kitlelerin aktif rol alması. Kürt halkının bütün gövdesiyle barış sürecinin bir tarafı olduğunu göstermesi. Kaderini bir kez daha kendisinin belirlediğini göstermesi. Üstelik, kitle hareketlerinin nereye kadar gidebileceğini de bu profesyonel politika üretme merkezleri çok iyi bildiği için, barış elçileri için ayaklanan kitlelerin aynı zamanda yoksulluğa, eşitsizliğe, adaletsizliğe karşı da muazzam bir potansiyeli barındırdığını bildikleri için halk inisiyatifinin sıfırlanmasını istiyorlar.
İstiyorlar ama harekete geçmiş bir halkın kendilerinin pek beğendikleri gazetelerinde yazanlara aldırmayacağını bildikleri için tehdit ediyorlar. Özkök'e göre, bir şüphe oluşmuş kamuoyunda. 'Teröristler' bayram havasıyla karşılanıp kutlamalarla meydan meydan dolaşırken, Ergenekon sanıklarına acaba haksızlık mı yapılıyormuş? Hem de Ergenekon sanıkları profesör, akademisyen, rütbeli asker ve gazeteciyken!
Özkök hiç kimseyi etkileyemez, boşuna uğraşmasının. Ergenekon sanıklarının 'saygınlığı' kimseyi ilgilendirmez! Milyonlarca insanın gözünde, Silivri'deki tutuklular, darbecidir, suikastçıdır. Demokrasinin düşmanıdır. Darbeleri de simitçiler değil zaten 'saygın' insanlar, rütbeliler planladığı için kimsenin Ergenekon saygınlarının darbe yapmak için provokasyon yaratan, kitle gösterileri düzenleyen, suikastler düzenleyen ve özellikle basını ve medyayı etkilemeye çalışan bir ekibin parçası olduklarından şüphesi yok. Ergenekon sanıklarının faili meçhullerle, JİTEM'le, Özel Harp Dairesi'yle, bağlantısı çok açık. Bu örgütler, en çok Kürt illerinde operasyon düzenledi. Ölüm kuyularından çıkan kemikleri Özkök unutmuş olabilir ama Kürt halkı unutamaz. Demokrasiyi gerçekten savunalar görmezden gelemez.
Özkök, Türklerin daha kalabalık olduğunu söylüyor. Bu doğru olabilir de Türklerin tümünün Özkök gibi barış sürecinin sadece Türk egemen sınıfı lehine bir sınırda hapsolmasını bütün Türklerin talep ettiğini ilan etmek, 2007 yılında düzenlenen ve ırkçı, milliyetçi, Kürt, Ermeni ve demokrasi düşmanı cumhuriyet mitinglerinin Türkiye'de yaşayan emekçilerin ve yoksulların tümünü temsil ettiği yalanına, kendi yalanına, yani inanmaktır. Batıda da insanlar barış istiyor ve batıda da insanlar alışacaklar!
Bunun yolu Kürt halkının geri çekilmesinden değil, batıda da emekçilerin barış için el uzatmasından geçiyor.
Bu ise ayrı bir tartışma konusu ama 'Kürt açılımını' Kürt halkının barış talebinin siyasi ve kitlesel basıncının ürünü olarak değil de ABD'nin oyunu olarak gören, her demokratik gelişmeyi ABD oyununa bağladığı oranda da ABD dışişleri gibi demokrasiyi ABD'nin dıl politikasının temel perspektifi gibi gören, giderek demokrasi karşıtı bir odak haline gelen, kendilerine Türk ve Kürt emekçileri bu süreçte örgütleme misyonu yükleyen, Kürt halkının evinde oturup kendileri tarafından örgütlenmeyi beklediğini sanan ve her eylemde 'Bu memleket bizim!' sloganları atarak Kürtleri, Ermenileri ve tüm toplumsal grupları rencide eden, dışlayan ve işçi sınıfını kemalizmin yüzü suyu hürmetine bölen sol, Kürt halkının en büyük şansızlığıdır.
Ama başka bir sol daha var! Bu solun birleşik gücü Kürt halkının barış elçilerini karşılarken elinden geldiğince yanında oldu, yanında olmaya devam edecek!Şenol KARAKAŞ