Gençlik filmi izlemişliğimiz çoktur. Muhalif film izlemişliğimiz de vardır. Lakin devrimci muhalif gençlik filmi izlememiştik. Avrupa'daki film festivallerinden bol bol ödülle dönen Eğitmenler (The Edukators ya da Die Fetten Jahre sind vorbei), Amerikan filmlerinden sıtkı sıyrılacak kadar gözü açılmış ama festival filmi ağırlığını kaldıracak kadar yol almamış, aydınlanma yolundaki genç sinemaseverler için son derece önemli bir film. Bir çift aktivist genç, varlıklı insanların evlerine gizlice girmeleriyle ünlenmeye başlamıştır. Alelade hırsızlar ünlenmez elbette; ama onların, yani Eğitmenler'in farkı, girdikleri evi yağmalamak yerine sadece mobilyaların yerlerini değiştirmek, müzik setlerini buzdolabına saklamak gibi yaratıcı dekorasyon işlerine girişmeleridir.
Eğitmenler, her işlerine "Varlık dolu günlerinizin sonu gelecek" yazılı bir not bırakarak imzalarını atarlar. Hiçbir şey çalmazlar, hiç kimseyi incitmezler, sadece büyük bir rahatsızlık verirler.
Bu arada Jule, çok zengin bir adamın lüks otomobiline çarpıp altına girdiği 100.000 Euro'luk borcu ödeyebilmek için gece gündüz çalışan zavallı bir kızcağızdır. Kirasını ödeyemediği için evinden çıkarılır ve erkek arkadaşı Peter ile ev arkadaşı Jan'ın yanına taşınır. Peter'ın tek başına çıktığı bir tatil ve Jan'ın Jul'e olan platonik aşkı sonucu Jule, Eğitmenler'in Peter ve Jan olduğunu öğrenir. Jule, Jan'ı borcu olduğu Hardenberg'in evine girmeye ikna eder, ancak yakalanırlar. Haneye tecavüz suçu birden adam kaçırmaya dönüşür. Peki Hardenberg'e ne yapacaklardır? Bundan gerisini de anlatmayalım, bu kadarını bile çok anlattık.
"Edukators", 11 yıldır Cannes'da yarışmaya kabul edilen ilk Alman filmi. İstediğini yapan, istediği yönde gelişen, hisli ve eğlenceli bir film olduğundan olsa gerek. Tabii sadece eğlenceli bir "yetişkinliğe adım atan gençler filmi" olarak düşünmek, elimizdeki malzemeyi çok çok hafife almak olur. Ütopik hale gelmiş bir düşüncenin peşinde koşan hayalperest insanları da anlatıyor bu film. Globalleşme karşıtı devrim düşüncelerine, bir aşk üçgeni ve kaçırılan Bay Hardenberg'in hikayeye eklediği psikolojik baskı da eklenince kendisini hiç sıkmadan izleten bir film ortaya çıkıyor.
Kapitalizm ve sosyalizm gibi ağır konular, eğlenceli olaylarla iyice dengelenmiş. Bu muhalif mesajlar, filmin asli hikayesi üzerine hiç çıkarılmamış. Senaryo zaman zaman eğlenceli, zaman zaman duygusal ama sürekli o kadar naif ki bütün karakterlere, hatta Hardenburg'a bile sempati beslemeden edemiyoruz.
Film, yüksek çözünürlüklü bir dijital kamera ile çekilmiş. Haliyle elde kullanılan kamera, mesela "2 Genç Kız"daki gibi gözünüzü bozmadan, kafi miktarda sürekli hareket ediyor. Bu sürekli hareket, karakterlerin dünyasına girmenize, olaylara onların gözüyle bakabilmenize ve onlarla iletişime girmenize çok yardımcı olmuş.
Yönetmen Hans Weingartner, filmi kendi kuşağının politik hayal kırıklıklarından esinlenerek yazdığını söylüyor. İzleyince ne demek istediğini gayet iyi anlıyorsunuz. Üç genç oyuncu da başarılı performanslar çıkarmış. Aralarından
Daniel Bruhl, "Good Bye Lenin!" ile gayet iyi tanınıyor. Stipe Erceg ve özellikle Julia Jentsch de, bu filmden sonra en az Daniel kadar tanınacaklar.
130 dakikalık uzunluğu dışında hiçbir şeyinden şikayet edemeyeceğimiz, gülümseyerek izleyip gülümseyerek salondan çıkacağımız başarılı bir film var karşımızda. 130 dakikanın da, filmin duygusunu verebilmeyi başarılabilen en kısa kurgu olduğunu filmi izleyince göreceksiniz.