Duvarı aşacağız
ERTUĞRUL ÜNLÜTÜRK-eunluturk@gmail.com
KUŞATILAN ÇEVREMİZ
On binlerce New York’lu kadın dokuma işçisi bundan 152 yıl önce, 8 Mart 1857 günü greve başladı. Bütün istekleri 8 saatlik işgünü, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, seçme ve seçilme haklarının tanınmasıydı. Grevcilere devlet saldırdı; çıkan yangında ve kargaşada çoğu kadın 129 işçi yanarak ve ezilerek öldü. Tarihte yaşanan en büyük insanlık dramlarından birisi olan bu olayın yıldönümü, yıllardır çeşitli isimlerle kutlanıyor. 8 Mart kutlamalarının önce ‘Kadınlar Günü’, daha sonra ‘Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’, şimdilerde ise ‘Dünya Kadınlar Günü’ şeklinde adlandırılması, bu adlandırılmaların yapıldığı dönemlerde esen politik rüzgarların yönüne bağlıdır.
Sosyalizmin ışığında emek vurgusu ile yapılan kutlamalar kapitalist sistemde salt ve soyut cinsiyet vurgusu ile yapılıyor. 8 Mart’ın emekçi kadınların direniş simgesi, zulme karşı isyan günü olduğunu kapitalist sistem dünya halklarına unutturuyor. Feodalizm ve kapitalizmin erkek egemenliğine dayalı olduğu gerçektir ama; kapitalizmde ezip sömüren kadın da var, ezilip sömürülen kadın da. Yani ben şimdi Irak’ta sivil halkın, bebeklerin katledilmesinden sorumlu olan Condi’nin nesini kutlayayım, kadın olduğu için kutlanmayı hak ediyor mu? Çetelerin gülünü, o beyaz etekli eski başbakanı ne için kutlayacağız? Yaptığı ‘bin operasyon’ için mi? Seksenli yıllarda ortalıkta fink atan o papatyaları ne için kutlayacağız, eşleriyle birlikte ülkeyi soydukları için mi?
Sosyalistler kadın sorununu emek-sermaye çelişkisinin bir ürünü olarak, bir düzen sorunu olarak görür. Feminizm gibi düzene bağlı küçük burjuva hareketler ise kadın sorununu kadın-erkek çelişkisi olarak algılıyor, söylem ve eylemlerinde sisteme dair başkaldırı bulunmuyor. 8 Mart’ın içini boşaltarak yapılan kutlamaların tümü düzenin himayesi altındadır, düzenle barışıktır. 12 Eylül karanlığında ezilen halk, feministlerle o dönemde tanışmıştır. Darbeden önce 8 Mart’ı alanlarda kutlayan kadın emekçiler o karanlıkta birden çoğalan feminist yayın ve film furyasını karşılarında gördüler, bu bir tesadüf değildir, 8 Mart’ları sulandırma politikasıdır. Kadın emekçilerin mücadelesi; yılgın ve bunalımlı küçük burjuva kadın tiplemelerini öne çıkartan o furya içinde eritilerek yok sayıldı, yerine salt kadın-erkek eşitliği hedeflendi. O furyanın peşine takılanlar Ruanda’da tecavüze uğrayan, Darfur’da katledilen, Bursa’da fabrikalarında diri diri yanan kadınları, ölüm orucunda can veren Canan ile Zehra’yı bilmezler, bilseler de gündeme getiremezler.
Kadın hakları mücadelesi, kadın-erkek eşitliği ölçeğine indirgendiğinde çıta aşağıya iniyor; çünkü eşitlik sağlanması hedeflenen erkeklerin de eğitim, sağlık, barınma gibi birçok temel hakkı yok, o zaman yokluğun eşitliği mi sağlanacak, nasıl olacak?
Tarlada, fabrikada, plazada veya evinde çalışan; krizin yarattığı açlık ve işsizlik kabusunu yaşayan kadınlarımızın en zorlu dönemlerde dahi erkeklerden daha direngen ve akılcı olabildiklerini kabul etmeliyiz. Bunun en çarpıcı örneği, iki gün önce gazetemizin okur sayfasında ‘krizin teğet geçtiği bir kadının satırları’ başlığıyla yayınlanan ve derin mesaj veren, düşündüren bir mektupta saklıdır, iyi okunması gerekiyor. Okurumuz, ‘karı-koca işsiz kaldık, işsiz kalınca etrafına kalın duvarlar örüyorsun’ diyor. Dile getirdiği son derece insani bir kapanma duygusudur ve gerçeğimizdir. Kadınlarımız tek başına işsiz kalmıyor ve tek başına ezilmiyor ki. Yanlarında hep biz varız ve o duvarı hep beraber aşacağız. Çünkü duvarın karşısında değiliz, aynı tarafındayız.