Sanatçı kişiliğini cinayetlerle ortaya koymayı tercih eden hasta bir
katili ve onun peşinde eski günlerine dönmeye çalışan bunalımlı bir
dedektifi konu alan "Anamorph", çarpıcı konusuna rağmen heyecan uyandırmıyor.
Sinema, özellikle Hollywood sineması uzunca bir süredir sıradan seri
katillerle pek ilgilenmiyor. Farklı ve çarpıcı olmak için yola çıkan
sinema adamları, en eksantrik katil profillerini yaratmaya çalışıyorlar
var güçleriyle. "Anamorph" ("Anamorph", 2007) da böyle
bir çabanın sonucunda ortaya çıkmış, sofistike bir seri katil ile
yalnız ve mesleğinin sonuna gelmiş bir dedektifin kedi-fare oyununu
konu alan bağımsız bir yapım. Bağımsız bir yapım deyince beklenti biraz
daha yükseliyor elbette. Filmin başarılı ya da başarısız olmasından
öte, buradaki beklenti daha çok filmin şahsına münhasır olması ile
ilgili. Ama "Anamorph" bu konuda hayal kırıklığı yaratıyor. Bu
zamana kadar yapılmış emsallerinden bir farkı olmadığı gibi, duygu
yaratmadaki zayıflığı ile de çıtasını bir hayli aşağılara çekiyor. Sofistike seri katiller furyasının en önde gelen karakteri bana göre Hannibal Lecter'dır. Dr. Lecter'ın her biri ince ince düşünülmüş cinayetlerini konu alan üç filmde de ("Kuzuların Sessizliği", "Hannibal" ve "Kızıl Ejder") izleyici olarak Lecter'la
kurduğumuz ilişki bir türlü netleşmez. Çünkü o cani bir katil olmasının
yanı sıra, öylesine zarif, kültürlü ve zeki bir adamdır ki, hayranlık,
sempati ve nefret arasında gider geliriz. Filmler, seyirci olarak
bizleri Hannibal ile tanıştırır ve yakınlaşmamızı sağlar. Hannibal'i o kadar yakından tanırız ki, en radikal cinayetini işlerken bile, herhangi bir gerçek dışılık hissetmeyiz. Çünkü o Hannibal'dir.
Oysa ki "Anamorh"da, seri katille bir ilişki kurmak bir yana,
kendisini tanıyamıyoruz bile. Cinayetlerini anamorfoz denilen, bir
tuvalde iki resim sergilemeyi sağlayan bir resim tekniğiyle dizayn eden
bu sanat düşkünü katil, zekâsı ve yarattıklarıyla daha yakından
tanınmayı hak ediyor. Düşünülmüş ve yaratılmış özel bir karakteri
seyirciden böylesine uzak tutmak bana göre "Anamorph"un en büyük hatası. Film daha çok dedektif Stan Aubray üzerine kurulu. Ancak mutsuz, yorgun ve soğukkanlı Aubray de, filmin ana karakteri olarak yakınlaşabildiğimiz biri değil. Yakınlaşabilecek kadar tanıyamıyoruz onu da. Oysa ki Willem Dafoe'nun güçlü oyunculuk potansiyeli Aubray karakterini uçurabilirdi.
Kaçırılmış fırsatlar
Geçmişte benzer bir seri katil olayını çözdüğünü sanarak, yanlış bir kişinin ölümüne neden olan Aubray, bu başarısızlığın üzüntüsünü üzerinden atamaz. İçine kapanan ve alkol sorunları yaşayan Aubray,
yıllar sonra benzer tarzda cinayetler işleyen bir seri katil ortaya
çıkınca tekrar eski günlerindeki enerjisini yakalamaya çalışır. Katilin
izini sürerken, eski anıları huzur vermez. Sıradışı katil, her bir
cinayet mahallini tek eserli bir sanat galerisine çevirirken, her
resimde Aubray'e cinayetle ilgili bir işaret bırakır.
Film işte bu hikâye boyunca sessizce ilerliyor. Kendine ait bir
atmosferde, mantıklı, düzgün ama heyecansız bir şekilde. Sonu ise
çarpıcı kılınmaya çalışılırken, filmin genel çizgisinden koparılmış
gibi bir his yaratıyor. "Anamorph" parlak bir fikirden yola
çıkan, atmosferini başarıyla kuran, ancak seyircisini kendine dahil
edemeyen bir film. Cinayetlerin neden ve nasıl işlendiğine, katilin
karakterine, kurbanların kim olduğu ve neden seçildiklerine dair bir
iki ufak bilgi ve paylaşım filmi çok daha farklı bir yere
taşıyabilirdi. Belli ki minimalist bir anlatım hedeflenmiş. Yönetmen Henry Miller
belli bir çizginin dışına çıkmamaya ısrarla özen gösteriyor. Ama
maalesef bu özen filmin donuk, mesafeli ve sıradan olmasına sebebiyet
veriyor.